2016 aktif konular listesi

NEYNÂME

  • elif

1

بشنو اين نى چون حكايت مى‏كند
از جدايیها شكايت مى‏كند
Dinle bu ney nasıl anlatıyor,
Ayrılıklardan nasıl şikayet ediyor:
Ney; “insan-i kâmil: olgun/ergin insan”ı ve “ermiş veli”yi simgeler. Ney’in insan varlığını sembolize edişi ve bu anlamda algılanışı Mevlânâ’dan önce de sûfî çevrelerde yaygın anlayışlar arasında yer alır. Bu bağlamda Şeyh Ahmed-i Gazzâlî (ö. 520/1126), Bevârik adlı eserinde insanın varlığından söz ederken bir yerde onu bu doğrultuda simgesel anlamda kullanır. Aynı şekilde Senâî-yi Gaznevî’nin (ö. 525/1130), Hadîkatu’l-hakîka’sı ile Evhaduddîn-i Razî’nin (ö. 635/1237?), Senâî’nin, Seyru’l-ibâd adlı eserini şerh için kaleme almış olduğu Zeyilde de; “ney”in yanıp yakılması, bütün bunların insanın birtakım halleriyle ilişkileri ve ilginç örtüşmelerine işaretler bulunmaktadır. [1]

İRAN MİTOLOJİSİNDE ATEŞ -I-

  • elif

“Âteş” sözcüğü, Avestâ’da; “ātar”, “ātarš” ve “ātarsh”; Pehlevice’de; “ātūr, ātār, ātaxš, ātāsh”; yeni Farsça’da: “âzer/âder”, değişik bazı lehçelerde; “âdîş”, “âtîş” ve “teş” şekillerinde kullanılır.[1] Bu kelimenin kökeni, Sanskritçe’de “alev” anlamını veren “Agni” adındaki ateş tanrısının sıfatı “ādrī” sözcüğüdür. Ateşin ortaya çıkarılması insanoğlunun hayatında en önemli buluşlardan biridir. Özellikle de soğuk iklimlerde ateşin önemi oldukça büyüktür.[2] İki taşın ya da taş ile demirin birbirlerine şiddetle sürtünmelerinden ortaya çıktığına ve bu yüzden taşın ya da demirin içerisinde yer aldığına inanılan ateş, Zerdüşt inanışı gereği kutsanmaktadır. Özellikle Zerdüşt inanırı kızlar, âteşkedelerde hizmette bulunmayı ibadet sayarlar.[3]

İRAN MİTOLOJİSİNDE ATEŞ -II-

  • elif

Âteşdân
İçerisinde ateş yakılan ve hoş koku yayması amacıyla da üzerine üzerlik tohumu serpilen özel bir kap olan âteşdân, Zerdüştîler tarafından “âferîngân” adıyla da bilinmektedir.


Âteş-i Âderân
Âteş-i Âderân, Hindistan’da bulunan küçük bir tapınakta yakılan ateşin adıdır. Bu ateş her zaman alevli olarak yanmaz. Mûbedler onun hareminde tanrıya dualar ve yakarışlarda bulunurlar. Âteş-i Âderân, dört ateşten elde edilir. Gerçekte bu ateşler mûbedler, ordu mensupları, çiftçiler ve meslek gruplarından oluşan dört sosyal tabakanın sembolü olarak bilinmektedir.

Âteş-i Behrâm
Âteş-i Behrâm, Pehlevice eserlerde; “Âtehş-i vehrâmân” ya da “Âtehş-i Verherân/Verherâm” şekillerinde geçer. En büyük, en kutsal ateş ve âteşkededir……

NÎMÂ ÇAĞININ DEVRELERİ

  • elif

Yaklaşık olarak elli yedi yıl süren ve “Nîmâ Çağı” olarak adlandırılan bu dönem, zaman açısından kısa ve sınırlı olmasına rağmen, her devresi Fars dili ve edebiyatı üzerinde önemli etkiler bırakan olaylara sahne olması bakımından dikkate değer önemli bir süreçtir. Bu dönemi kendi içerisinde birtakım devrelere ayırarak incelemek daha yararlı o-lacaktır.
I. Devre: 1304 hş./ yılında Rıza Şah’ın yönetime gelmesiyle başlayıp 1320 hş. yılına kadar geçen devre.
II. Devre: 1320 hş./ yılından 1332 hş. yılında gerçekleşen 28 Mordad ayaklanmasına kadar olan devre.
III. Devre 1332 hş./ yılından 1342 hş. 15 Hordad ayaklanmasına kadar.
IV. Devre: 1342 yılından 1357 hş. yılındaki İslam devrimine kadar olan dönem……

NÂDİR-İ NÂDİRPÛR (1308-1378 HŞ./1929-2000)

  • elif

1979 devriminden sonra bir süre Tahran’da evine kapanan ve bir tür içekapanık bir hayat yaşayan Nâdir-i Nâdirpûr, o dönemlerde yakın arkadaşları ve dostlarıyla bile çok az görüşüyordu. Çünkü yeni yöneticilerin uygulamalarına ve halk aydınlarının kavgalarına artık dayana-mıyordu. Devrimin gerçekleştiği o günlerde İran kültür ve medeniyetinin, Fars dili ve edebiyatının on dört asır sonra yeniden çok yönlü bir saldırıyla yüz yüze kaldığını açıkça gördüğünü söylüyordu. O dönemler yaşananları görmesi ve bizzat olayların içerisinde yaşamasına rağmen asla ülkesini terk etmek istemiyordu. Celâl-i Metînî’nin de belirttiği gibi; Nâdirpûr, fazla dayanamadı ve sonunda yakın dostlarından birinin yoğun ısrarları üzerine ülkesinden ayrılarak Fransa’ya, Paris’e gitti.

ÇAĞDAŞ FARS ŞİİRİNDE TÜRLER

  • elif

Bu dönem şiirinde türler, kullanılış biçimlerinde görülen birtakım farklılıklarla birlikte klasik formların devamı niteliğindedir. Klasik Fars şiir sanatının önemli türlerinden olan, meşrutiyet öncesi Fars edebiyatında (özellikle V-XIII./XI-XIX. yüzyıllar boyunca) bolca örnekleri görülen mustezâd, bu dönemde çok hızlı bir gelişme göstererek en gözde, en çok beğenilen genel kabul gören temel şiir türü özelliğini elde etmiştir. Kaside, Kaçarlar döneminde kazanmış olduğu ilgi ve yoğun beğeniyi artık kaybetmek üzeredir. Ancak bununla birlikte yine de özellikle edebî çevrelerde Edîbu’l-memâlik-i Ferâhânî (ö. 1336 hk. /1917), Edîb-i Pîşaverî (ö. 1349 hk./ 1930) Muhammed Takî-yi Bahâr (ö. 1330 hş./1951), gibi şairlerin eserlerinde görülen temel şiir türlerinden biri olma özelliğini korumaktadır. Ancak hem halk kesimleri hem de halk şairleri arasında artık eskilerde olduğu gibi beğenilen ve istenen bir form olma özelliğini artık kaybetmiştir. [1]



1. Gazel

EHRİMEN

  • elif

“Angra” + “mainyeva” kelimelerinden oluşan bu bileşiğin birinci parçası; “yok eden”, “eksilten”; ikinci parçası da: “ruh” ve “akıl” anlamlarını ifade eder. “Yok eden ruh”, “kötü akıl” anlamlarını karşılayan bu bileşik daha sonraları “Âhrîmen” ve “Ehrimen” şeklini almış, “kötü akıl” ve “şeytan” anlamlarında kullanılmıştır. Avestâ’da “angra mainyava: kötü akıl, pis akıl” şeklinde geçen bu isim Pehlevî Dili’nde; “Ahrimen”, Farsça’da; “Ehrimen”, “Ehrimen”, “Âhrimen”, “Ehrâmen”, “Ehren”, “Âhrîme”, “Herîmen” biçimleriyle de yer alır. Bütün kötülükler, pislikler, olumsuzluklar, anlaşmazlıklar, kavgalar, karanlıklar, bilgisizlikler ve acımasızlığın kaynağı odur.

ELEST

  • elif

Kur’ân’daki Bir ayetten alınmış olan, “ben değil miyim” anlamındaki “elestu”, Farsça’da; “elest” şeklinde telaffuz edilir. İnsanların yaratılmasından önce ruhlar aleminde Allah kıyamete kadar gelecek bütün insanların ruhlarına hitab ederek: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” demiş, onlar da: “evet” cevabını vermişlerdir. Bu gerekçeyle “rûz-i elest: elest günü”, bir bakıma “söz verme günü”, “yemin etme günü” olarak öne çıkmıştır. Söz konusu olay rivayetlere göre; Arafât Vadisi, Arafât yakınlarındaki Vâdî-yi Nu’mân: Numân Vadisi ya da Hindistan’da gerçekleşmiş, ruhlar, Allah’a söz verdikten sonra “cennetlikler” ve “cehennemlikler” diye iki gruba ayrılmışlardır.

İRAN MİTOLOJİSİNDE SU, SU İLE İLGİLİ KUTSALLAR VE TÖRENLER

  • elif

ÂB : SU
Âb: su sözcüğü, Avestâ’da; “āpī”, Sanskritçe’de; “āp”, Pehlevice’de; “āp”, “āv” , Farsça bazı lehçelerde; “âf”, “âv” ve “ev” şekilleriyle de görülür. Âb kelimesi, Mazdeist literatürde; “Âbân”, “Âbân Yeşt”, “Âbângân”, “Âbrîzân” gibi kelimelerde de yer alır. Suları koruyan melek de, “Apāmnapāt” adını taşır. Yararlı unsurları etkinlikleri oranında kutsayan İranlılar, hayatın temel gerekleri olan bu ögelerin bir özel tanrının korumasında bulunduğuna inanırlar. Su da, bu ögeler arasında yer alır ve Avestâ’da övülüp kutsanır. Ahura Mazda suyu yarattığında, bütün sular Elburz Dağı’nın güney eteklerinden çıkan, içerisinde her biri ayrı özelliklere sahip bin gölün suyunu bulunduran Ferâhkert Denizi’ne doğru akmaya başlar.

ARDÂVÎRÂF VE ARDÂVÎRÂFNÂME

  • elif

1. ARDÂVÎRÂF

Mezdiyesnâ inanırları tarafından kutsal, üstün nitelikli, dürüst ve kötülüklerden sakınan bir kişilik olarak bilinen Ardâvîrâf, Zerdüşt geleneğinde büyük mûbedler arasında yer alır. Ardâvîrâf, Mezdiyesnâ din adamları ve mûbedler üst kurulu tarafından seçilerek özel bir görevlendirmeyle dinî konulara ilişkin birtakım bilgiler getirmesi ve dindaşlarına sunması amacıyla metafizik evrenin “cennet”, “cehennem” ve “a’râf” adlarıyla bilinen bölgelerine, bir başka ifadeyle “diriler dünyası”ndan “ölüler diyarı”na gönderilmiş bir kutsal, bir azizdir. Bu öteler yolculuğu, Zerdüşt bağlılarınca son derece kutsanan üç büyük tapınak arasında yer alan Âzerfernbağ Âteşkedesi’nden başlamış ve yine aynı yerde sona ermiştir.

SÎMORĞ

  • elif

“Morğ-i morğân: kuşların şahı”, morğ-i fermanrevâ: egemen kuş”, “morğ-i çâreger: çare bulan kuş”, “morğ-i dermânger: tedavi eden kuş”, “sîreng: otuz renk” adlarıyla da bilinen Sîmorğ, bir bakıma “insanın idealleri ve arzularının fizikî yapıya bürünmüş şekli” olarak da kabul edilebilir. Eski İran’da göklere yükselme miti, arzusuna ulaşma, güçlü olma, doğaya egemen olma aracı; İslâm sonrası dönem Fars kültürü ve tasavvuf edebiyatında; “olgun ve ermiş yaratık” şekline dönüşmüş olan Sîmorğ, Ferîduddîn-i Attâr’ın (ö. 618/1221) Mantıku’t-tayr’ında “vahdet-i vucûd”u simgeleyen bir yaratıktır. Fars kültürü ve edebiyatındaki en ilginç, en görkemli ve en değerli semboller ve mitolojik değerlerden biri olan Sîmorğ, önemini uzun asırlar kaybetmemiş, hem eski İran halklarının inanışları ve dinî törenlerindeki yerini korumuş, hem de edebiyatta seçkin ve değerli simgeler arasında geniş kullanım alanı bulmuştur.

AHMED-İ ŞÂMLÛ (1304-1379 HŞ./1925-2000)

  • elif

21 Âzer 1304 hş./12 Aralık 1925 tarihinde Tahran’da dünyaya gelen Ahmed-i Şâmlû, bir subay olan babasının görevi nedeniyle çocukluk dönemini başta Zâhidân ve Meşhed olmak üzere kuzeydoğu ve güneydoğu İran’da geçirdi. Orta öğrenimini programlı bir şekilde yürütemeyen Şâmlû liseyi Tahran’da tamamladı. Asıl ilgi alanı şairlik ve yazarlıktı. 1319 hş./1940 yılından itibaren şiirlerini çeşitli yayın organlarında yayınlanmaya başladı.

Şâmlû 1326/1947 yılında ilk evliliğini yaptı. 1331/1952’den iti-baren iki yıl Macaristan elçiliği kültür müşavirliği görevinde bulundu. 1333/1954 yılında siyasî tutuklu olarak on dört ay hapis yattı. Daha sonra sinemaya yönelen Şâmlû, Sîstân ve Belûçistân belgesellerini ha-zırladı, çeşitli senaryolar yazdı. 1340/1961 yılında ikinci eşinden ay-rıldı,1343/1964’te üçüncü eşi Âydâ ile evlendi.

1351/1972 yılında tedavi amacıyla Almanya’ya oradan ABD’ye gitti. 1356/1977’de siyasi nedenlerle bir yıl ABD’de ikamet etti. Ar-dından İran’a döndü.

SEYF-İ FERGÂNÎ

  • elif

İranlı mutasavvıf ve şair (ö. 705/1305 yılından sonra). Mevlânâ Seyfuddîn Ebu’l-Mahâmid, Muhammed el-Fergânî’nin doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Hayatı hakkında kaynaklarda ve kendi dizelerinde fazla bilgi yoktur. VII./XIII. yüzyıl ortalarında Arta Asya’da, Fergana bölgesinde dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Gençlik dönemlerinde vatanından ayrılıp Tebriz’e giderek bir süre orada kalmış, ardından Anadolu’ya gelerek Aksaray’a yerleşmiş, 705-749/1305-1349 yılları arasında bir tarihte Aksaray’da vefat etmiştir. Şiirlerinden, VI./XII. yüzyıl Horasan şairlerinden son derece etkilendiği anlaşılmaktadır. İranlı ünlü şair Sadî-yi Şîrâzî’ye çok yakın ilgi duyan Fergânî, bu şairin övgüsüne yer veren şiirler de yazmıştır.